Gönüllü olmak benim için bir noktada nasipti sanırım. İstanbul’da yaşamaya karar vermekle başlayan, hayatımın bambaşka yöne evrilme sürecinin belki de en güzel ayrıntısı idi. Yaşamanın sadece kendi bedeninin ve ruhunun ihtiyaçlarını karşılamaktan öte olduğunu, çoğu zaman göz ardı ettiğimiz hayatın herkes için adil olmadığını, bu dünyada madalyonun diğer yüzünde gerçekten elinden bir şey gelmediği için, zalim insanlar nedeni ile yurtlarından edilmiş ya da sömürge altında kalmış mazlum bir coğrafya olduğunu görecektim. Ve yardım ederken aslında gerçek insanlığı ve hatta mümine olmayı her defasında kendi yaralarıma sarılarak öğrenecektim. 13 nisan 2021 benim bu yola başlama günüm. Bana "şoför lazım" demişlerdi ilk. İstanbul sokaklarını araba ile çok gezen ben için seve seve kabul edilecek bir görev idi. Bir ramazan günü ve hatta o yılki ramazanın ilk iftarı idi ailelere yardım için kartlar dağıtılacaktı. Bir aile hariç tüm ailelere kartlarını ulaştırdık. Adres değişikliği söz konusu idi, yeni adres epey uzakta ezan vakti de yaklaşmıştı. Ben normalde o ay çocuk yoğun bakımda çalışmaya başlamıştım. Gün boyu hem oruç hem yoğunluk beraber yola çıktığım sevgili Cahide de benden farksız, yenidoğan yoğun bakımdan gelmişti. Hatırlıyorum hiç düşünmeden saat kaç bakmadan biz o ailenin de evini bulduk ve yolda ezan okunmaya başladı. Ramazanın ilk gününde ilk iftarında hayatımda yediğim en güzel yemeği yemiştim. Yediğim bir parça ekmek dahi olsa o lezzeti tarif edemem. Son aile ile beraber pek çok aileye sofra kurmuştuk, onların da karnı doyacak sıcak yemekleri olacaktı. Komşumuz aç kalmayacaktı, bu vesile ile biz de doyacaktık. Sonrasında benzer bölgelerde bayramlıklar dağıttık, çocukların neşesine şahit olduk. İyilik peşinde koşan insanların yüreği kadar güçlü bir şey yoktu. Hayat bir an benim için de anlam kazanmıştı ve sonradan fark edeceğim bir gerçek her seyahat beni bir adım daha insan yapıyor ve yaraları sarılan her defasında ben oluyordum.
Suriye’de iki defa gönüllü hekimlik yapmak nasip oldu. İlk seyahate gitmeden başka bir seyahatten yeni gelmiştim. Nasıl olurdu yorulur muydum, tekrar izin alabilir miydim, yeniden peyda olan, kendimi öncelediğim düşüncelerden, konfor alanına düşkün hallerden bir abimin güzel bir silkelemesi ile hemen sıyrılıp göreve heyecan ile talip oldum. O seyahatlerde ülkesini terk etmemiş, savaşa rağmen yaşayan masum çocukların bize teşekkür eden gözleri bir an için insanlığımıza umutlu görünmüştü. Bir yetimhanede sağlık hizmeti vermekteydik. Daha öncesinde gelen ekip çok daha zorlu koşullarda çadırlarda hastaları muayene etmişlerdi. Sabahtan başlayan muayeneler akşama kadar sürüyor ekipten hiç kimse "ne zaman paydos" demiyordu. Bizim orda kaldığımız her süre binlerce insan için o kadar kıymetliydiki. Her bir ekip arkadaşım da bu konuda bir o kadar duyarlıydı. İmkansızlıklar içinde sağlık hizmeti sunmaya çalışırken, savaşın izlerine şahit oluyordum. Bu ilk gönüllü seyahatimde edindiğim bir tecrübe de, ekibin arasındaki dayanışma, herkesin her şeye şikayet etmeden koşturması ve daha önce hiç tanımadığım insanların bana duyduğu samimiyetin gücüydü. Böylelikle bu yolda devam etmeye niyetlenmeye karar verdim. Böyle diyorum çünkü ameller niyetlere göre şekil alıyor ve insan niyet alırken de nasibine dua etmiş oluyor. Bu yolda gönüllü olabilmek, her defasında bir ihtiyaç ile göreve çağrılmak benim için, nefsimi terbiye için, kalbimi zulüm dolu dünyada hayır peşinde atarken bulmak için bir nasip ve belki de karşılığını dünyada, dünya için beklemeyerek yaptığın zaman da oldukça huzur dolu bir görevdi.
Ben Kahramanmaraşlıyım ve depremde orada mecburi hizmette idim. Hayat benim için 6 şubat 4:17 gecesinden öncesi ve sonrası diye ikiye ayrılmıştı artık. İlk günler biraz gerçeklik algımı yitirmiştim. Zaman mekan algım birbirine karışmıştı. Telefon hatları ara ara çekiyordu. Bir zaman telefonum çaldı, karşıdan bi ses "Elife biz Maraş’a geldik. Burada yardımlarımıza devam edeceğiz sen ve ailen iyi mi? Bir şeye ihtiyacın var mı?" diye soruyordu. Benim HGL ailem idi arayan ve depremin ilk gününden yardıma koşmuşlardı. Bu sefer yardım eden taraf olmanın yanında duygusal manada yardıma ihtiyacı olan bir tarafta idim. Ve bunlar benim için çok kıymetli idi. O afetin içinde tek başıma kalmadığımı hissetmiştim. Çok zor zamanlarda uzanan yardım elinin ne kadar kıymetli olduğunu anlamıştım, aslında bir şey almaya veya vermeye gerek yoktu bir sarılma, bir gülümseme, o an için yanında olmak bile unutulmaz bir mutluluktu insana. Ben o zamanlar hastaneden uzun süre çıkmadan doktor arkadaşlarımla daha öncesinde hiç deneyimlemediğimiz travma hastaları ile karşı karşıya kalmıştık ve aynı zamanda da bir depremzedeydik. Desteğe gelen her bir insanı ömrümüz boyunca unutamayız ve o an kendime nerde bir afet olsa yardıma koşmaya söz verdim. Düşünmeden ben de gidecektim. Böylelikle daha samimi duygularla o senenin Eylül ayında Suriye'ye ikinci kez Ekim ayında da Afrikaya gönüllü hekim olarak ilk defa gitmek nasip oldu. Suriye'de savaşın izleri, Afrika'da açlık ve yoksulluğun en acı yüzünü tecrübe etmiştim. 3 yaşında Melisa.. D vitamini eksikliğine bağlı artık kendi ülkemizde çok çok nadir olarak gördüğümüz bir deformiteye sahipti. Raşitizm dediğimiz bir durumdan ötürü aslında dümdüz açlıktan dolayı sakat kalmıştı daha 3 yaşındaydı. Her muayene günü gelip poliklinik odasından içeri boncuk gözlerle bakıyordu. Hakikaten imkansızlıklar içinde, açlıkla, susuzlukla, yoksullukla sağlık hizmetinin her zerresinde para gerektiren bir coğrafyada kalıcı olarak sakat kalmıştı. Ama bana her muayeneye gelişinde öyle içten gülümsüyordu ki. O zaman çocukların gülümsemelerinin her şeyden daha güçlü olduğunu fark ettim.
Gönüllü ailemle, en son Bosnaya Srebrenitsa katliamını anmak adına düzenlenen yaklaşık 100 km nin üç günde yüründüğü bir organizasyona, sağlık ekibine dahil olarak katıldım. Hayatımda belki de en zorlandığım günlerdi, binlerce kişi seneler öncesinde bu yollarda zalimlerden canlarını kurtarmak için kaçmıştı aç ve susuz. Yanımdan geçen her bir Boşnak muhakkak ki bir yakınını bu yolda kaybetmişti. Her birinin gözleri yaşlı en küçüğünden en yaşlısına beraber yürüdük ama su vardı ama yemek vardı bunlara rağmen nasıl zordu. Yaralananlar fenalaşanlar oluyordu ve koşarak müdahale etmeye gidiyorduk. Neredeyse 9 bin insan katledilmişti. Her yıl yeni bir insanın bir parçası bulunuyor, cenaze töreni düzenleniyordu. Son gün bayır yukarı insanların büyük çoğunluğunun şehit edildiği yolun, bitmesine 8 km kala Boşnak bir yaşlı amcanın son nefesini verişine şahit oldum. Bir bağırtı duyduk ve nefes nefese koşarak tırmanmaya çalıştık ki yetişmek ne mümkün elimizden geleni yaptık ama maalesef orada hastamızı kaybettik. O an Boşnak ekip arkadaşlarımızla derin bir acı hissetmiştik, herkesin gözlerine hüzün çökmüştü. Uzun bir sessizlik oldu. Tepeden ince dalların ardında aşağı doğru, koştuğumuz yola uzun uzun baktım, biz bir insan kaybetmiş perişan olmuştuk burda binlerce insan binlerce insanın gözü önünde ölümüne şahit olmuştu. Ağırdı.. gönüle ağır bir yüktü yaşanılanlar.. Akşam saatlerinde toplu mezara ulaştık ve katliamda ailesinden pek çok kişiyi kaybeden ekip arkadaşımıza eşlik ettik, acısını beraber yaşadık başsağlığı diledik. Binlerce mezar, binlerce isim, yanlarında yaşları yazıyor kundakta bebek… aynı acıları şimdi de Filistin de gözler önünde yaşıyor ve yanlarına dahi gidemiyoruz. HGL ailesi olarak pek çok riskle yemek dağıtımları devam ediyor ve bi gün gitmek mümkün olduğunda canını dahi düşünmeden yardıma koşacak bi sürü insan tanıyorum bu aileden, gözlerim doluyor.
Bütün bu yolculuklar bana şunu öğretti: Her çocuk, her insan bir umut ışığı, onların yaralarını sarmak, sadece hekimlik değil insanlığın gereği. Savaşın açlığın olduğu acı dolu coğrafyalarda dayanışmanın, sevginin ve umudun gücüne tanıklık ettiğim için çok şanslıyım. Küçücük bir çocuğun yüzündeki tebessüm yapabileceğimiz en büyük iyilik, her adımımız bir hayatı değiştirebilir ve bazen o hayat kendi hayatımız olur.
İyilik ekip işidir.
HGL❤️